Narsisizm Nedir, Narsist Kime Denir?

Narsisizm Nedir, Narsist Kime Denir?

Narsisizm, kişinin özdeğerini kendi içinden değil dış dünyanın onayından almaya çalıştığı ve özgüveninin dışsal deneyimlere göre aşırı dalgalandığı bir kişilik yapılanmasıdır. Narsist ise, değersizlik ile aşırı kendine hayranlık arasında gidip gelen, özdeğerini sürdürebilmek için sürekli olarak dışarıdan takdir ve doğrulanma arayan kişidir.
YAYIMLANDI: 20.11.2025 | YAZAR: Tarık CİN

Narsistik kişilik bozukluğu veya genel kullanımıyla narsisizm, özellikle insan ilişkilerine etkisi nedeniyle dikkat çeken bir psikolojik rahatsızlıktır. Bu teşhis son yıllarda daha yaygın şekilde kullanılmaya başlandı ve insanların romantik ilişkilerini gözden geçirirken dikkate alması gereken bir durum olarak sunuldu. Ben de ‘narsist’ kelimesini ilk kez çocukluğumda, bir gazetedeki “Partnerinizin Narsist Olduğunu Nasıl Anlarsınız?” gibi bir başlığı olan bir yazıda gördüğümü hatırlıyorum. Narsistik kişilik bozukluğunun ilginç doğası ve ilişkiler üzerindeki etkileri bu konunun (ruh sağlığı konusunda bilgi birikimi olmayan insanlar tarafından da) sıkça işlenmesine ve hatırı sayılır ölçüde bilgi kirliliğinin oluşmasına neden oldu. Bu yazıda, narsistik kişilik bozukluğu ve narsisizm hakkındaki kimi kafa karışıklıklarını gidermeye çalışacağız.

Narsisizm kelimesi kökeni Yunan mitolojisindeki bir hikayeye dayanır. Hikayede Narcissus gittiği gölette kendi yansımasına hayran kalır ve kendini (aslında kendisine ait olduğunu bilmediği yansımasını) seyre dalar, göldeki yansımasıyla birleşmek için gitgide daha çok yaklaşır, en sonunda da göle düşerek kendi sonunu getirmiş olur. Bu mit narsisizmin bir yönünü açıklamak için oldukça etkileyici bir hikayedir, görünüşe verilen büyük önem ve benliğe hayranlık narsistik kişilik özellikleri arasındadır ancak narsistik kişilik bozukluğu olarak adlandırdığımız durumun bütününü tarif ederken büyük bir yanılgıya düşmemize de neden olabilir. Narsisizm bir insanın kendini aşırı ölçüde sevmesi veya kendi özelliklerine hayranlık duymasından ibaret değildir. Narsistik kişilikte benliğe bakış iki uç arasında salınır: kişi kendiliğine bazen aşırı bir hayranlıkla, bazen de acımasız bir değersizleştirmeyle yaklaşır.

Narsistik kişilik patolojisinin temel çatışması kişinin öz değerini kendi başına belirleyememesidir. Bu ruh halini herkes zaman zaman deneyimleyebilir, bazen etrafımızdan duyduğumuz şeyler bize kendimize dair düşüncelerimizden daha çok etki eder, bazen doğrulanmak ve değerimizi hatırlamak için çevremize daha çok yöneliriz. Ancak bu çatışmanın temel kişilik çatışması, yani içsel çatışmalar arasında en belirleyicisi olması durumuna narsistik kişilik bozukluğu adı verilir. Bu çatışmanın altında kişinin kendi değerini içsel kaynaklarıyla tanımlayamaması, bunun sonucunda da özdeğerini tesis etmek için dışsal kaynaklara muhtaç olması yatar. Bu nedenle narsistik kişilik bozukluğuna sahip bireyler günlük hayatlarında yaşadıkları olaylar, diğer insanların kendileri hakkındaki izlenimleri gibi dışsal unsurlara çok daha duyarlıdırlar. Özgüvenleri dışsal deneyimlerine bağlı olarak aşırı değersizlik ve kendine hayranlık arasında salınır. Bu kişilerin zihinsel iyi oluşları dışarıdan gelecek olumsuz deneyimler karşısında savunmasız olduğundan, hayatlarını çevrelerinden gelecek doğrulanmalara endeksli – yani dışarıya “en güzel” görünecek – şekilde yaşamaya çalışırlar.

Narsisizm nesne ilişkileri temelli bir patolojidir. Narsistik kişilik bozukluğunda görülen özdeğeri dışarıdan tesis etme eğilimi aslında erken çocuklukta öğrenilmiş bir davranıştır. Narsistik kişilik bozukluğu öykülerinde genellikle çocuklarını içten bir ebeveyn sevgisiyle sevmeyen, ancak bir yeteneği veya niteliği sebebiyle değer veren ebeveyn tutumları görülür. Bu tutum, çocuğun koşulsuz sevgiyi öğrenememesine ve sevgi görmek için ailesinin kendinden beklediği şekilde davranmayı alışkanlık haline getirmesine neden olur. Nesne ilişkilerinin bu şekilde gelişmesi, narsistik kişilik bozukluğundan muzdarip kişiyi yetişkinlikte de sevgi ve saygı görmek için buna “layık” şekilde davranmaya zorlar. Bununla ilişkili olarak, narsistik kişilik bozukluğuna sahip kişilerin içten ve koşulsuz sevgi yetisi edinemediği için gerçek sevgi ilişkileri kuramayacağı söylenir. 

“Layık” olmak için ne yapılması gerektiğinin belli olmaması, narsistik kişilikteki bireyleri toplumun tamamı tarafından arzulandığı varsayılan para, güç, şöhret ve güzellik gibi varlıkları kovalamaya iter. Yalnızca bu kaynaklara erişmek üzere düzenlenen bir yaşantı, bireyin hayatında gerçek bir anlam bulamaması ve “içi boş” hissetmesine sebep olur. Erişilemeyen veya alıkonulan nesneler ise narsistik değersizleştirmeye maruz bırakılarak yokluklarının yarattığı içsel sıkıntı büyük ölçüde hafifletilmeye çalışılır. Narsistik patolojinin en temel savunma mekanizmalarından olan idealizasyon-devalüasyon ikilisi, bir yandan bireyi narsistik güdüler için motive ederken bir yandan da ruhsal yaşantının çatışmasız bir şekilde sürdürülmesini sağlar.

Narsistik bireyi terapi odasına getiren de genellikle içsel yaşantısındaki boşluk hissine dair bu şikayetleri ve romantik ilişkilerinde tekrarlayan çözümsüzlüklerdir. Narsisizmin fizyolojik veya nörokimyasal bir nedeni olmadığından iyileştirilmesinin tek yolunun da uzun vadeli psikoterapi olduğu varsayılır. Narsistik bozuklukların iyileştirilmesinde nesne ilişkilerini yeniden kurmayı ve koşulsuz sevgi yetisini kazandırmayı amaçlayan psikodinamik terapi yaklaşımları tercih edilir. Diğer kişilik bozukluklarında da görüldüğü gibi, terapi yoluyla narsistik kişilik bozukluğunun tam anlamıyla ortadan kaldırılması söz konusu değildir ancak özellikle uzun vadede çatışmaların büyük ölçüde iyileştirilmesi mümkündür.

 

Delfi Blog'a Geri Dön