top of page

Yangın ve Huzursuz Uygarlık: İnsanı Yeniden Düşünmek

Güncelleme tarihi: 11 Şub




İnsanın psikolojik deneyimini anlamlandırmak ancak içinde bulunduğu toplumsal yapı, ekonomik gerçeklik ve sosyopolitik bağlamı anlamakla mümkündür. Günümüzde, bireysel deneyimlerin sosyal, kültürel, ekonomik ve çevresel dinamiklerle ayrılmaz bir bütünlük oluşturduğu tartışılmakta, psikanaliz disiplininin bu bağlamlar arası etkileşimleri daha fazla dikkate alması gerektiği düşünülmektedir. Psikanalizin temel alanı olan klinikle sınırlı kalması gerektiğini savunan yahut psikanalizin bir dünya görüşü yaratamayacağı yönünde görüşler bulunmakla birlikte, disiplinimizin içe dönük yapısı konusundaki eleştiriler de giderek daha fazla dile getirilmektedir. Öyle ki COVID-19 pandemisi, eşitsizlikler, ırkçılık, cinsiyetçilik, dijital yaşamın algoritmalar tarafından şekillenmesi, iklim krizi ve zorunlu göçler gibi küresel meseleler, bireylerin psikolojik süreçlerini doğrudan etkilerken; psikanalitik araştırmaların klinik ve klinik dışı bağlamlar arasındaki etkileşimleri daha fazla göz önüne alması, bireysel ve toplumsal düzeyde önemli katkılar sağlayabilir (Allison, 2024). Freud, Grup Psikolojisi ve Ego’nun Analizi adlı eserinde, her bireysel analizin aslında toplumsal bir analiz olduğuna dikkat çeker. Psikanaliz toplumsallaşmış insansın ruhsal dinamiklerini inceler.


Son yıllarda Libya ve Pakistan’daki yıkıcı seller, Avrupa'daki orman yangınları ve ABD’nin batısındaki kuraklık gibi doğal felaketler, iklim krizinin yıkıcı etkilerini gözler önüne sermektedir. Los Angeles’ta yaşanan orman yangınları türünün ilk ve ne yazık ki son örneği değildir. Aksine gidişat bu tarz felaketlere alışmamız gerekeceğini göstermektedir. Kuraklık ve sıcak hava dalgalarının birleşimiyle hızla yayılan bu yangınlar, yüzlerce hektar ormanlık alanın yok olmasına ve binlerce insanın tahliye edilmesine yol açmıştır. Doğal afetler, depremlerden kasırgalara kadar her yıl binlerce can alırken, artan nüfus yoğunluğu ve riskli bölgelerde yerleşim, bu felaketlerin yıkıcı etkilerini artırmaktadır. Öte yandan, insan yapımı afetler, savaşlar veya terörizm gibi olaylar, bireysel ve toplumsal düzeyde daha farklı travmatik izler bırakmaktadır (Amaddeo ve Tansella, 2012). Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de yaşanan Bolu Kartalkaya’daki otel yangını, insan eliyle yaratılmış bir travmadır. 238 kişinin konakladığı otelde güvenlik önlemlerinin yetersizliği ve denetim eksikliği nedeniyle büyüyen bu yangın, can kayıplarına ve yaralanmalara neden olmuştur. Ancak, herkesin bildiği ünlü Los Angeles tabelasının yanıp kül olma ihtimali ya da birçok insanın konakladığı bir otelde yangın alarmı ve sprinkler sisteminin bulunmaması gibi ihmallerin speküle edildiği bu felaketlerin, toplumsal dinamiklerde bir değişim yaratacağı meçhuldür.


Uygarlığın Huzursuzluğu adlı eserinde Freud; doğanın üstün gücü, insan bedeninin zayıflığı ve aile, devlet gibi kurumların birbirleriyle olan ilişkilerindeki ayarlamaların yetersizliği gibi faktörlerin mutluluğun ve güçlüğünün çeşitli nedenleri olduğunu belirtir. Ona göre doğaya hâkimiyet arzusu insanın mutluluğunda bir artış sağlamamakla birlikte teknolojik ilerlemeler de bireylerin mutluluk ekonomisi açısından yetersiz kalmaktadır. Uygarlığın bize belirli teknolojik hazlar sağladığını ancak yine bu ihtiyaçların uygarlığın kendisi tarafından yaratıldığını belirtir. 

“Sefaletimizin büyük bir bölümünden kültür/uygarlık dediğimiz şey sorumludur. Bu iddiaya şaşırtıcı diyorum çünkü –uygarlık kavramını nasıl tanımlarsak tanımlayalım acı kaynaklarından gelen tehdide karşı kendimizi savunmaya çalışırken kullandığımız araçların hepsi de söz konusu uygarlığa aittir.”

“Uygarlık bize yüzlerce kilometre ötede yaşayan çocuğumuzu duymak için bir teknoloji, uzun yolculuk sonucunda kazasız belasız gideceği yere vardığına dair haber almamızı sağlayacak bir haz kazancı verir ama zaten uygarlık ve onun bu getirileri olmasa buna ihtiyacımız olmayacaktı.”

İnsanlar ve doğanın geri kalanı arasındaki ilişkide, insanların kendilerini dünyanın üstünde ve egemen konumda görmeleri, insan merkezli narsisizmleri, içinde bulunduğumuz durumun yaratılmasında önemli bir rol oynamaktadır. İnsanlar doğanın gücü karşısında çaresizlik hissine kapıldıklarında, kendilerini güçlü hissetmek ve bu çaresizlikle başa çıkmak adına dünyayı kontrol ettikleri bir tüm-güçlülük fantazisi geliştirebilirler. Ancak aynı zamanda, insanların ellerinde çok büyük bir güç olduğunu fark etmeleri (örneğin çevreye zarar veren teknolojilerin kullanımı, fosil yakıtlara bağımlılık ya da bir otel işletirken gerekli güvenlik önlemlerini almadan faaliyet göstermek gibi durumların yaptırımsız kalması), bu gücün sonuçlarını kontrol edememe korkusunu beraberinde getirebilir. Bu durum insanların "çaresizlik" hissine sığınmalarına da yol açabilir (Dodds, 2022).  Zİhnimize kazınan güçsüzlüğün getirdiği ‘’zaten hiçbir şey yapamayız" düşüncesine sarılarak, aslında sahip oldukları büyük gücün sorumluluğunu üstlenmekten kaçınabilirler.


Peki doğayla uyum içinde bir duruma geri dönmek mümkün müdür?  Ya ‘mutlu bir küçülme’ ideali? Öyle ki ekoloji, insanın saflığı, bütünlüğü ve uyumuna dayalı efsanevi bir doğa durumuna geri dönüş fikrine dayanamaz çünkü mükemmel bir denge durumunun hiç var olmadığı fikri yadsınamaz. İnsan içgüdüleri dâhilinde ne bireysel anlamda ne de kolektif/türsel düzeyde hayatta kalmaya, yaşamaya ve gelecekte kendi yaşamını hayal etmeye yeterli olabilen “dengesiz” bir varlıktır (Pergola, Fortuna ve Picione, 2024).


Klein ise buna bir öneri de olabilecek şekilde insanın Dünya ile ilişkisini yeniden düşünmesi gerektiğini belirtir. Ona göre, Dünya’yı yalnızca kaynak sağlayan bir nesne olarak görmek yerine (paranoid şizoid pozisyon), bütüncül bir varlık olarak ele almak gereklidir. Bu anlayış, insanın kendini doğanın merkezinde görmekten vazgeçip, doğayla eşit düzeyde bir ilişki geliştirmesiyle mümkündür (Klein, 1963, akt. Dodds 2011).


Dünyamızda ve ülkemizde yaşananlar, çevre krizi, tüm canlıların birbirine olan derin bağlantısını ve ortak sorumluluğunu hatırlatırken, insanın doğayla olan ilişkisini ve aynı zamanda aile, devlet ve toplum içindeki ilişkilerin yetersiz düzenlemelerini yeniden değerlendirmek için önemli bir fırsat sunmaktadır. Bu kriz ve ihmaller, doğaya hükmetme anlayışından uzaklaşıp, insanın doğanın bütünlüğü içinde yer aldığını benimseyen daha bütüncül bir yaklaşım için göz ardı edilmemesi gereken uyarılardır.


Peki neler yapılabilir?

Toplumsal Dayanışma, Politika Üretimi ve Kurumsal Yapıların Yeniden Değerlendirilmesi: Çevre krizine karşı bireysel çabaların yanı sıra, kolektif bir dönüşüm şarttır. Devletler ve sivil toplum kuruluşları, çevreyi korumaya yönelik politikalar üretmeli,  vatandaşlar da bu girişimlere destek olmalıdır. Yaşanan facialar, bireylerin sorumluluklarının ötesinde, kurumların ve sistemlerin işleyişindeki eksikliklerin de sonuçlarını yansıtmaktadır. Özellikle güvenlik önlemleri ve denetim mekanizmalarındaki aksaklıklar, yalnızca bireysel ihmallerin değil, toplumsal ve kurumsal yapıların yeniden ele alınması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Sürdürülebilir Politikalar Geliştirmek: Çevreye zarar veren fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji kaynaklarının teşvik edilmesi, sürdürülebilir tarım ve endüstriyel süreçlerin yaygınlaştırılması gibi yapısal değişimlerin gerçekleşmesi için hükümetlerin ve uluslararası kuruluşların gerçek anlamda harekete geçmesi gereklidir.

Ekolojik Farkındalığı Artırmak: Bireylerin ve toplumların doğayla ilişkilerinde daha bütüncül bir anlayış geliştirmeleri için farkındalık kampanyaları ve eğitim programları düzenlenebilir. Bu programlar, insan merkezli bakış açısını sorgulayan ve doğanın bir parçası olduğumuzu vurgulayan içeriklere yer verebilir.

Dijital Teknolojilerin Çevresel Etkisini Azaltmak: ChatGPT gibi yapay zeka sistemlerinin ve diğer dijital teknolojilerin enerji tüketimi oldukça yüksektir. Bu nedenle, yapay zeka araçlarının gereksiz veya kontrolsüz kullanımından kaçınılmalıdır. Ayrıca, veri merkezlerinin yenilenebilir enerji kaynaklarıyla desteklenmesi ve enerji verimliliğini artıracak teknolojilere yatırım yapılması teşvik edilmelidir.

Son olarak, daha iyi yarınların olabileceğini unutmamak ve birbirimize hatırlatmak gerekir.



Yazar: Buket Balcı



KAYNAKÇA:

Allison, E. (2024). Do we know our place? The role of psychoanalysis in public life. The International Journal of Psychoanalysis, 105(3), 373-378. https://doi.org/10.1080/00207578.2024.2350223,

Amaddeo, F., & Tansella, M. (2012). Mental health, natural and human-made disasters: lessons learnt and future needs. Epidemiology and psychiatric sciences, 21(1), 1-5.

Dodds, J. (2011). Psychoanalysis and ecology at the edge of chaos: Complexity theory, Deleuze, Guattari and psychoanalysis for a climate in crisis. Routledge. https://doi.org/10.4324/9780203157664

Dodds, J. (2022). Dancing at the end of the world? Psychoanalysis, climate change, and joy. Journal of Analytical Psychology, 67(5), 1257-1269.

Freud, S. (2009). Uygarlığın huzursuzluğu. Metis Yayınlar.

Klein, M. (1963). Our adult world, and other essays. Basic Books.

Pergola, F., De Fortuna, A. M., & Picione, R. D. L. (2024). Ecology of the psyche: The contribution of psychoanalysis and cultural psychology for reformulating the sensemaking processes of ecological sustainability. Yesterday, today and tomorrow, 105.





 
 
 

Comments


bottom of page