top of page

“Sosyal Anksiyete” Terimi Gölgesinde Gerçek Kaygıyı Bulmak: Yanlış Yorumlanan Hisler

Güncelleme tarihi: 11 Şub





Son yıllarda "sosyal anksiyete" terimi oldukça popüler hale gelerek günlük konuşmaların bir parçası haline geldi. Ruh sağlığına yönelik farkındalığın artması olumlu bir gelişme olsa da psikolojik terimlerin aşırı kullanımı bazen klinik durumlarla patolojik olmayan insan deneyimleri arasındaki çizgiyi bulanıklaştırabiliyor. Sosyal anksiyete bozukluğu, sosyal ya da performans durumlarına karşı yoğun ve kalıcı bir korku ile karakterize edilen, kaçınma davranışlarına veya ciddi rahatsızlıklara yol açan tanınmış bir ruh sağlığı durumudur. Ancak, bir sunumdan önce gergin hissetmek ya da yeni bir sosyal ortamda kendini tedirgin hissetmek mutlaka sosyal anksiyete bozukluğu yaşadığımız anlamına gelmez.

Sosyal anksiyete bozukluğunu patolojik olmayan bir endişeden ayırt etmek için bireylerin yaşadıkları kaygının süresi, sıklığı ve etkisi üzerinde durulmalıdır. İlk olarak, bu durumun belirli sosyal ortamlarda tekrarlayıp tekrarlamadığı veya genelleşmiş bir şekilde her sosyal durumda ortaya çıkıp çıkmadığı değerlendirilmelidir. İkinci olarak, yaşanan kaygının bireyin günlük yaşamını, işlevselliğini ve sosyal ilişkilerini ne ölçüde etkilediği dikkate alınmalıdır. Eğer bu kaygılar bireyin mesleki, akademik veya sosyal yaşamını önemli ölçüde kısıtlıyor, kaçınma davranışlarına neden oluyor ve sürekli bir rahatsızlık hissi yaratıyorsa, bu durum klinik bir sosyal anksiyete bozukluğu göstergesi olabilir. Buna karşın, geçici, durumla sınırlı ve işlevselliği etkilemeyen endişeler genellikle normal bir kaygı tepkisi olarak değerlendirilmektedir. Bu ayrımı yapmak, bireylerin yaşadıkları durumu doğru bir şekilde anlamalarını ve gerektiğinde bir uzmana başvurmalarını kolaylaştırabilir. Bu ayrımın netleştirilmesi, hem bireysel farkındalık hem de toplumsal anlayış için önemlidir. Bireyler kendilerini "etiketlenmiş" hissetmek yerine, yaşadıkları durumun şiddeti ve sürekliliği konusunda daha bilinçli bir şekilde düşünmelidir. Bu, toplumsal stigmaları azaltmakla birlikte, psikolojik yardım arama davranışlarını da teşvik edebilir. 

Vogel ve arkadaşlarının (2021) yaptığı bir çalışmaya göre, sosyal medya genellikle öz-tanı teşvik ederek yanlış anlamalara ve ruh sağlığı terimlerinin hatalı kullanımına yol açmaktadır. Bu, güvenilir kaynaklara dayanmanın ve çevrimiçi belirtilerle özdeşleşmek yerine profesyonel bir değerlendirme aramanın önemini ortaya koymaktadır. Gerçek sosyal anksiyetenin tanınmasını ve uygun şekilde ele alınmasını sağlamak için bu konuya dikkatle yaklaşmak çok önemlidir. Öz-tanı yerine, bireyler kapsamlı bir değerlendirme yapabilecek lisanslı bir ruh sağlığı uzmanına başvurmayı düşünmelidir. Ruh sağlığı uzmanlarıyla yapılan birebir görüşmeler, sosyal anksiyete belirtilerinin diğer psikolojik sorunlarla (örneğin depresyon veya yaygın kaygı bozukluğu) karışmasının önünü geçebilir. Böylece hem doğru bir tanı konulabilir hem de bireylerin alacağı tedavi ve destek ihtiyacı netleştirilebilir. Bu dengeyi koruyarak, toplum, ciddi bozukluklarla yaşayan bireylerin deneyimlerini önemsizleştirmeden ruh sağlığı farkındalığını artırmaya devam edebilir. Aynı zamanda, ruh sağlığı terimlerinin popüler kullanımı konusunda daha hassas bir dil geliştirerek toplumsal algının derinleşmesi de sağlanabilir.

"Düşüncelerimizi değiştirirsek, hislerimiz ve davranışlarımız da değişir." 

Bu perspektiften bakıldığında, yaşadığımız normal kaygıları doğru bir şekilde tanımlamak ve bunları sosyal anksiyete gibi klinik bir durumla karıştırmamak hem zihinsel hem de duygusal sağlığımıza olumlu katkı sağlayabilir. Normal bir kaygıyı sosyal anksiyete olarak adlandırmak, gereksiz bir yük oluşturarak bireyin kendisiyle ilgili olumsuz bir algı geliştirmesine yol açabilir. Ancak, kaygılarımızı doğal bir insan deneyimi olarak kabul ettiğimizde ve bunları yönetmeyi öğrendiğimizde, bu süreç yalnızca kişisel gelişimimize değil, aynı zamanda günlük işlevselliğimize de destek olur. Bu nedenle, düşüncelerimizi yeniden çerçeveleyerek kaygıyı bir düşman değil, bizi harekete geçiren bir işaret olarak görmek, ruh sağlığımıza uzun vadede fayda sağlayabilir.



Yazar: Sudem Karali





Kaynakça

American Psychiatric Association. (2022). Diagnostic and statistical manual of mental disorders (5th ed., text rev.). American Psychiatric Publishing.  

Stein, M. B., & Stein, D. J. (2008). Social anxiety disorder. The Lancet, 371. (9618), 1115-1125. https://doi.org/10.1016/S0140-6736(08)60488-2  

Vogel, E. A., Garcia, S. M., & Wu, J. (2021). Social media, self-diagnosis, and mental health: Risks and opportunities. Current Opinion in Psychology, 45, 101289. https://doi.org/10.1016/j.copsyc.2021.101289  


 
 
 

Comments


bottom of page