top of page

Rüyaların Psikanalitik Önemi




Rüyaların Fenomenolojik Değeri

Rüyalar her insanın, özellikle psikolojiyle ilgilenenlerin, ilgisini çeken ve üzerine fikir yürüttüğü fenomenlerdir. Psikolojiyle ilgilenenlerin rüyalara olan merakının başında gelen sebep rüyaların bilinçdışını anlama yolunda eşsiz bir kapı aralamasıdır (Brenner, 1974). Rüya – birinci elden – ancak rüyayı gören tarafından deneyimlenebildiği için bilinçdışını anlama serüveninde bir araç olarak en önemli yanı taşıdığı bu fenomenolojik değerdir. Rüyalar kişinin bilinçdışıyla aracısız bir şekilde, kendi başına yüz yüze geldiği deneyimlerdir. Rüya gerek terapi odasında gerek günlük hayatta bir başkasına anlatılırken, ya da uyanır uyanmaz kağıda geçirilirken bile ego savunmalarının  sansürüne uğrar ve birincil niteliğini yitirir. Rüya, aktarılırken doğasının değişmesi ve değerinin bir ölçüde yitirilmesi gibi nitelikleri bakımından çocukluktaki dil-öncesi deneyimlerine benzer. İleride değineceğimiz üzere, bu benzerliğin rüya içeriğinin infantil doğasında da (Arlow&Brenner, 1964) karşımıza çıkacak olması ilginçtir.


Uyku ve Rüya Hallerinde Bilişsel Fonksiyonlar

Rüya kaynaklarının ve içeriklerinin bilinçdışı niteliklerine girmeden önce uyku ve rüya hallerinde bilincin ne düzeyde işler olduğuna değinmekte fayda var. Uyku sırasında duyularımız çevresel uyaranlara ya tamamen duyarsızlaşır ya da minimal etkinlik gösterir. Bu durum uykuda bilincin de kapalı olduğu kanısına sebep olmuştur. Ancak böyle bir kestirip atmanın gerçekle örtüştüğü söylenemez, çünkü uyku halinde bilincin izlerini gözlemlemek mümkündür. Örneğin dış dünyadan gelen yüksek şiddette bir ses kişiyi uykusundan uyandırırken düşük sesteki uyaranlar uyandırmaz. Bu durumu bilince gerek duymadan, duyu organlarının alıcılığıyla açıklamak mümkündür. Ancak duyularımızın otomatik nitelikleriyle açıklanamayacak bir örnek, uyuyan kişinin (hangi şiddette olursa olsun) adıyla seslenildiğinde genellikle uyanması veya cevap verme teşebbüsü göstermesidir. Bu örnek gösterir ki uyku halinde bilinç görece düşük etkinlik düzeyinde işlese de dış uyaranlara karşı seçicilik göstermeye devam eder (Freud, 1899).

Bilincin rüya halindeki etkinlik düzeyi de uyku halindekine göre değişiklik gösterir. Freud’un kapsamlı rüya teorisinin ardından rüyalar hakkında yapılan en dikkat çekici çalışmalar rüya esnasında beyin fonksiyonlarını izlemeye yönelik teknolojilerle gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmaların katkılarından birisi REM uykusunun keşfidir. Rüyaların çoğu REM (Rapid Eye Movements) evresi denen uyku evresinde görülür. Bu evre ismini uyuyan kişinin gözlerini “sanki bir sahneyi izliyormuş gibi” hızla hareket etmesinden alır (Leclair-Visonneau, 2010).  Ayrıca beyin görüntüleme teknolojileriyle rüya esnasında limbik sistemlerdeki aktivitelerde artış gözlemlenmiştir. Bu fenomen, rüyanın halüsinatif gerçekliğinin yarattığı duygulanımlarla ilişkilendirilebilir. Kortikal aktivitelerin de uyanıklık haline göre daha düşük seviyelerde gözlemlenmesi Freud’un uykuda ego fonksiyonlarının kısıtlandığı yönündeki görüşünü destekler (Sclari&Valli, 2020).


Rüyaların Kaynakları

Freud rüya kavramını açıklamak için “geçici psikoz” benzetmesine başvurmuştur (1899). Bu benzetmeyle kastedilen rüyaların uyku esnasında dışsal gerçeklikmiş gibi deneyimlenen halüsinasyonlar olduğudur. Bu halüsinasyonlar görsel (bazen ayrıca işitsel ve tensel) uyaranlar halinde deneyimlenir. Halüsinasyon benzetmesi rüyanın kaynağının dış dünyada değil rüya görenin iç dünyasında olduğunu varsayar. Bu varsayım akla yatkındır, sonuçta uyurken – gözlerimiz kapalıyken – dış dünyayı göremeyiz, dolayısıyla rüyanın görsel malzemesi hayal veya psikoz benzeri bir düşünsel sürecin eseridir denebilir. Peki bu akıl yürütmeyle rüyaların tamamıyla iç dünyaya ait olduğunu söylemek mümkün müdür?

Kişinin uyku halinden rüya haline geçmesine neden olan tetikleyicilere rüya kaynakları denir. Rüya kaynakları dış dünyada olabileceği gibi kişinin iç dünyasında da olabilir. Dış dünya kaynaklı duyusal uyaranlar, örneğin güçlü bir koku, bir uzvun açıkta kalmasıyla üşümesi, çalmakta olan alarm vb. kendisini rüya içerisinde farklı şekillerde temsil edecek birer rüya kaynağı olabilirler. Bir diğer kaynak fizyolojik kökenli uyaranlardır. Bunlara örnek olarak bir diş ağrısı, nefes darlığı, vb. gösterilebilir. Fizyolojik ve dış dünya kaynaklı uyaranlar genellikle “tipik rüya” adı verilen, temsilleri neredeyse evrensel ölçekte benzerlik gösteren tipik rüya imgeleri oluştururlar. Son rüya kaynağı kategorisi ise zihinsel kökenli uyaranlardır. Zihinsel kökenli uyaranlar, bilinçdışı düşünce ve içgüdülerden oluşur. Uyanık yaşamda ego savunmaları sayesinde bilinçdışında tutulan bu güdüler uyku sırasında ego kapasitesinin sınırlanmasıyla bilince çıkacak etkinliğe ulaşır. Zihinsel uyaranlar Freud’un rüya teorisindeki en kritik rüya kaynaklarını oluştururlar. Çünkü bütün rüyaların özgün ve absürt doğalarının ardında bu uyaranlar vardır.


Rüya İçerikleri

Rüya içeriği, rüyaya kaynaklık eden malzemelerin rüya diliyle yeniden üretilen temsilleridir. Rüya içeriği görünen (manifest) ve gizli (latent) içerik olarak ikiye ayrılır. Gizli içerik bastırma yoluyla bilinçdışında tutulan, kökenleri genellikle erken çocukluk dönemlerinde olan id istek ve arzuların doyurulması amacına yönelik temsillerdir. Ancak bu içerikler – baştan bilinçdışına itilmeleriyle aynı sebepten – kişiye doğrudan göründüklerinde sebep olacakları suçluluk ve beraberindeki rahatsızlık duygusu, arzu doyumuyla yaşanacak hazza ağır basacaktır. Bu ölçüde bir rahatsızlık kişiyi uyandırarak rüyanın sonlanmasına, dolayısıyla da rüyanın arzu doyurma amacının yarım kalmasına sebep olacağından gizli rüya içeriğinin bir kılıfa, yani görünen rüya içeriğine ihtiyacı vardır. Görünen içerik rüyayı görenin asıl gördüğü materyaldir. Görünen içeriğin malzemesi genellikle gün içinde yaşanan olaylar, ve yukarıda bahsettiğimiz fizyolojik ve dış dünya kaynaklı uyaranların temsilleridir. Görünen içerik, erişilebilir materyallerin id arzularını temsil etmeye en uygun olanlarından seçilir. Görünen içeriğin amacı gizli içeriği ego tarafından kabul edilebilir imgelere dönüştürmek, bunu yaparken de gizli içeriğin temsil ettiği arzuların doyumunu olabildiğince korumaktır.


Rüyaların İşlevleri

Rüyaların temelinde gizli içerik şeklinde temsil edilen id arzularının yattığını belirttiğimize göre, dehşet uyandıran bu arzuların neden uykuda da uyanık yaşamda olduğu gibi bastırılmadığı sorabiliriz. Aslında bu soru, neden rüya gördüğümüz sorusuyla aynı anlama gelir. Bunun cevabı ego fonksiyonlarının uyku esnasında çok daha kısıtlı işlev göstermesi, buna karşın id arzularının taşıdığı ruhsal enerji (libido) düzeyinin değişmemesidir. Rüya esnasında ego zayıflar ve uyguladığı sansür azalır. Dolayısıyla uyku halinde kısıtlanmış olan ego fonksiyonları bilinci id’in güdülenmelerinden tamamen koruyamaz hale gelir, bunun yerine bu arzuları dönüştürür. Freud bu süreci “Rüya, bir arzunun gerçekleşmesidir.” ifadesiyle açıklar (1899). Freud’un ortaya attığı bu kural rüya teorisinin en tartışılan kısmı olmuştur. Çünkü birçok rüya görüldükleri halleriyle kişiye anlamsız gelebilir, hatta içinde bir hayal kırıklığı ya da üzücü olay barındırabilir. Freud bunun gizli içeriğin dönüştürülmesinden kaynaklandığını söyler ve görünürdeki bu çelişkinin rüyanın analiz edilerek altında yatan gizli arzuların açığa çıkarılmasıyla çözülebileceğini öne sürer. Freud’un bu fikri ne şiddette savunduğunu Rüyaların Yorumu (1899) kitabında yer verdiği bir anekdotla açıklamak istiyorum:

Freud danışanlarından birinin rüyalarını analiz ederken danışanıyla rüyalardaki arzu doyumu tezi üzerine tartışırlar. Danışan sonraki hafta altından hiçbir arzunun çıkmayacağı bir rüya gördüğünü iddia eder ve rüyasını anlatır, Freud rüyayı dinledikten sonra rüyanın gerçekleştirdiği arzunun kendisini haksız çıkarmak olduğunu söyler.

Rüyaların birer arzu doyumu aracı olduğu ve id’de biriken ruhsal enerjinin boşaltım yollarından biri olduğu akla yatkın bir önermedir. Ancak bu konudaki bir diğer itiraz da kabusların bu modele nasıl yerleştirileceği konusudur. Freud kabus oluşumunu ego savunmalarının id arzularını dönüştürmekte yetersiz kaldığı örnekler olarak açıklar. Bunun sonucunda gizli içerik görece “ham” haliyle karşımıza çıkar ve kabusu görenin korkuyla uyanmasına sebep olur. Bu açıklama rüya teorisi içinde tutarlıdır, ayrıca rüyanın yarım kalarak amacını yerine getirememesi de kabuslarda olağan rüya dönüşümlerinin aksadığına kanıt olarak gösterilebilir. Bununla birlikte her kabus nesnesinin gizli bir arzu temsili olup olmadığı konusu bir soru işaretidir.


Travma Rüyaları

Freud’un rüyalara dair arzu formülasyonuna parantez açılması gereken nokta travma rüyalarıdır. Travmatik deneyimlerin tekrarlayan rüyalar halinde kişiye görünmesi oldukça sık rastlanan bir durumdur. Travmatik deneyimler oldukça yoğun duygulanımlar içeren ve genellikle bir çeşit ölüm-kalım çatışması barındıran anlardır. Dolayısıyla bahsi geçen anın zihinde herhangi bir deneyime kıyasla çok daha belirgin bir yer tutacağını ve travma deneyimin kişinin zihnini meşgul edeceğini ön görmek mümkündür.

Travma rüyalarında sembolleştirme, yoğunlaştırma vb. dönüştürücü düş işlemleri daha az etkinlik gösterir. Bu açıdan travma rüyalarında gerçekleşen travmatik olayın dolaysız biçimlerde yeniden üretildiğini söyleyebiliriz. Peki bu malzemenin yeniden işlenmesinin ruhsal faydası nedir? Travmatik yaşantı rüya yoluyla yeniden işlenmesi yoluyla, mağdur travma üzerinde hakimiyet kurmayı ve travmatik etkiyi asimile etmeye çalışır. Dolayısıyla travma rüyalarının fonksiyonu diğer rüyaların aksine arzu doyumu sağlamaktan ziyade travmatik anın benlik deneyimine entegre edilmesi ve böylece yıkıcı etkisinin azaltılmaya çalışılmasıdır. Malzemesi travma olan çoğu rüyada olayların gerçekte olduğundan farklı şekillerde sonuçlanması da, zihnin travmanın üstesinden gelmek için geçmişi değiştirme arzunun gerçekleştirmesi şeklinde yorumlanabilir.


Rüya İçeriğini Dönüştüren Zihinsel Aygıtlar

Rüyanın temel işlevi olan arzu doyumunun gerçekleştirilmesi süreçleri birincil ve ikincil süreçlerle açıklanır. Arzu doyumuna yönelik istencin kaynağında ve rüya imgelerinin oluşumunda haz ilkesiyle hareket eden birincil sürecin, rüya imgelerinin rahatsız edici olmayacak şekilde temsilinde ve böylece ortaya çıkan “uzlaşmalı rüya”da gerçeklik ilkesiyle hareket eden ikincil sürecin etkinliğinden söz edilebilir (Fosshage, 1983). Rüya deneyimlerini gerçek hayattaki deneyimlerden farklılaştıran, adına “rüya dili” denebilecek özgün nitelikleri, rüya oluşumunda baskın olan sürecin birincil süreç olmasıyla açıklanır. Rüyalardaki olayların zaman, mekan ve sebep-sonuç ilişkileriyle birbirine bağlı olmaması, birincil sürecin bu mantık kurallarından bağımsız işleyiş göstermesinin bir eseridir. Aynı şekilde rüyaların kavramlarla düşünen ikincil süreç yerine imgelerle düşünen birincil sürecin eseri olmaları, gördüğümüz rüyaların uyanık zihnimize yabancı gelmesinin sebeplerindendir.

Burada ikincil sürecin rüya içeriğini dönüştürürken kullandığı kimi mekanizmalardan da bahsetmek gerekir. Bu mekanizmalar: yoğunlaştırma, yer değiştirme ve sembolizasyondur. Yoğunlaştırma, kişide aynı çağrışımları uyandıran veya benzer deneyimlerden kaynaklanan duygu nesnelerinin, bu nesnelerin hepsini birden niteleyebilecek tek bir rüya imgesinde birleştirilmesidir. Yoğunlaştırma yoluyla üretilen bir rüya imgesi analiz edildiğinde bu imgenin kişinin zihnindeki birkaç nesneye birden işaret ettiği görülür. Yer değiştirme, rüyadaki bir olayın veya duygunun hedefi olarak arzu edilen nesnenin yerine başka bir rüya imgesinin yerleştirilmesidir. Örneğin babayı hedef alan bir şiddet arzusu, bu arzunun rüyadaki temsili için dolaylı yoldan babayı çağrıştıracak, ancak babanın doğrudan temsiline oranla daha az huzursuzluk yaratacak bir nesne seçebilir. Seçilen nesneyle gerçek nesne arasındaki çağrışım bağı kimi örneklerde çok zayıf olabilir. Bu çağrışım bağının zayıflığı genellikle gerçek nesneye uygulanması gereken sansürle orantılıdır. Bir diğer rüya mekanizması olan simgeleştirme eylemi, belirli bir arzuyu çağrıştıracak bir simgenin rüya malzemesine dahil edilmesidir. Bu işlem soyut bir düşünce veya arzunun resimsel değer taşıyan bir nesne ile somutlanmasıdır. Rüyada simgeselleştirme fonetik çağrışımlar veya kültürel konnotasyonlar aracılığıyla da gerçekleşebilir.

Zihinsel aygıtların rüya içeriğinde yarattıkları dönüştürmeler herhangi bir rüya nesnesinin nasıl yorumlanacağı konusunda sayısız seçenek oluşturur. Rüya imgesinin gerçek haliyle mi yoksa mecazi anlamıyla mı inceleneceği, imgenin kendisini mi yoksa (yer değiştirme yoluyla) tam zıttını mı temsil etmek için kullanıldığı, bir imgenin hangi çağrışımlara atıfla tercih edildiği, bu çağrışımların sözsel benzerliklere dayanıp dayanmadığı gibi soruların her biri ancak rüyanın sebebi olması muhtemel unsurların bütüncül ve incelikli bir analizi sonucunda cevaplanabilir.


Psikanalitik Terapide Rüya Analizi

Görüldüğü üzere rüyalar bireylerin iç dünyalarına, özellikle de günlük hayatlarında farkında olmadıkları bilinçdışı süreçlere ışık tutar. Bu yönüyle rüyalar, kişilerin yaşadıkları sorunların kaynaklarını bilinçdışında arayan ve çözümlerinin de bu bilinçdışı süreçleri anlamakla mümkün olduğunu savunan psikanalitik terapi için oldukça önemli kaynaklardır. Psikanalitik terapide rüya analizi, danışanın gördüğü rüyanın çağrıştırdığı nesnelerin incelenmesini ve görünen içeriklerin ardındaki gizli içeriklerin araştırılmasını kapsar. Buradan yola çıkılarak rüyanın danışandaki hangi arzuyu doyurmak için üretildiği veya ne çeşit bir huzursuzluğun rüya yoluyla telafi edilmeye çalışıldığına dair çıkarımlar yapılır. 

Freud’un kitabında verdiği örneklerde de görüldüğü üzere herhangi bir rüyanın analizine hangi noktada son verileceği, çözümlenen materyalin gizli içeriğin ne kadarını açığa çıkardığıyla ilgilidir. Terapist rüyanın gizli içeriğini yeteri kadar açıkladığını düşündüğünde elindeki yorumda karar kılabilir, ya da daha fazlasını açıklama amacıyla analizi sürdürebilir. Bu noktada verilecek karar rüyanın içeriği, terapistin danışanın çatışmalarına ne ölçüde hakim olduğu ve söz konusu rüyanın çözümlemesinin terapi sürecine faydası gibi unsurların etkisiyle şekillenir. Rüya analizi yoluyla edinilecek içgörüler genellikle danışan tarafından bastırılıp bilinçdışında tutulan çatışmalara ışık tutar. Dolayısıyla serbest çağrışım sırasında sansüre uğraması olası bu materyallerin rüya analizi yoluyla açığa çıkması terapi sürecinin ilerleyişine büyük katkı sağlar. 




Yazar: Tarık Cin




Kaynakça


Freud, S. (1899), Rüyaların Yorumu 

Brenner, C. (1974), Psikanaliz: Temel Kavramlar. pp. 159-179

Arlow,J., & Brenner, C. (1964), Psychonalytic Concepts and the Structural Theory. New York International Universities Press

Laurène Leclair-Visonneau, Delphine Oudiette, Bertrand Gaymard, Smaranda Leu-Semenescu, Isabelle Arnulf, Do the eyes scan dream images during rapid eye movement sleep? Evidence from the rapid eye movement sleep behaviour disorder model, Brain, Volume 133, Issue 6, June 2010, pp. 1737–1746, https://doi.org/10.1093/brain/awq110

Francesca Siclari, Katja Valli, Isabelle Arnulf, Dreams and nightmares in healthy adults and in patients with sleep and neurological disorders, The Lancet Neurology, Volume 19, Issue 10, 2020, pp. 849-859, https://doi.org/10.1016/S1474-4422(20)30275-1.

Fosshage, J. L. (1983). The psychological function of dreams: A revised psychoanalytic perspective. Psychoanalysis & Contemporary Thought, 6(4), 641–669


 
 
 

Comments


bottom of page