top of page

Dönülmez Yollar: Dönüşüm Terapisi Aldatmacası

Güncelleme tarihi: 17 Mar




Geçtiğimiz günlerde Medeni Kanun’da başta LGBTİ+ bireyler olmak üzere toplumun bütün kesimlerini tehdit eden, bireylerin ‘biyolojik cinsiyetlerine’ ve “genel toplum ahlakına” aykırı davranışlarının kriminalize edileceği bir düzenleme tasarısının yolda olduğu iddiası gündeme geldi. Cinsiyet geçiş ameliyatları ve eşcinsel bireylerin seremonik evlilik törenlerinin suç kapsamına alındığı, içerisinde birçok muğlak ifade barındıran düzenleme tasarısıyla toplumsal yaşamda LGBTİ+’lere yönelik sistematik baskının artırılarak sürdürülmesi hedefleniyor. Bu yazıda, eşcinselliğin sağlık kuruluşları tarafından bir hastalık olarak tanınmaktan çıkması sürecini ve eşcinsellere karşı bir pratik olan dönüşüm terapilerini inceleyeceğiz.

Amerikan Psikiyatri Birliği 1973 yılında eşcinselliği psikopatoloji kapsamından çıkarması ve takip eden DSM-3’te de eşcinselliğe yer verilmemesi dünya çapındaki cinsel kimlik ifadesi ve cinsel yönelim özgürlükleri mücadelesinin en önemli kilometre taşlarından birisi olmuştu. Dünya Sağlık Örgütü de 1993 yılında eşcinselliği hastalık statüsünden çıkarmıştı. Bu kararların alınmasında etkili olan unsurlardan biri bilim insanlarının yürüttüğü karşılaştırmalı deneylerdi. Birbirinden farklı yaklaşımları benimseyen sayısız kişilik ölçeğinde ve psikometrik testte eşcinsellerin heteroseksüellerden ayırt edilemiyor oluşu eşcinsellerin zihinsel işlevsellik ve erişkinlik düzeylerinin heteroseksüellere göre daha düşük olduğu yönündeki inancı çürütmüş oldu. Böylece eşcinselliğin psikolojik süreçlerde gözlemlenebilen bir eksiklik/bozukluk olmadığı, genetik ve çevresel belirleyicileri bulunan bir nesne seçimi varyasyonu olduğu tezi kabul görmeye başladı.

Ancak bu bilimsel gelişmeler dönüşüm terapilerinin son bulması için yeterli olmadı. Günümüzde de hala sürdürülen bir pratik olan dönüşüm terapileri eşcinselliğin tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğunu varsayan heteronormatif ve köktendinci bir dünya görüşünün eseridir. Dönüşüm terapilerin amacı danışanın homoseksüel yönelimlerini elimine etmek ve yerine kalıcı heteroseksüel yönelim kazandırmak olarak belirtilir. Dünya Sağlık Örgütü ve Amerikan Psikiyatri Birliği gibi enstitülerinin homoseksüel yönelimlerin patolojik nitelik taşımadığı yönündeki bulguları karşısında dönüşüm terapileriyle amaçlanan dönüşümün kavramsal zeminini yeniden temellendirilme gereği duyulmuştur.

Özellikle eşcinselliğin tanı kapsamından çıkarılmasından sonra dönüşüm terapilerine meşruiyet kazandırmak için başvurulan başlıca gerekçe "bireylerin kendi eşcinselliklerinin bir hastalık olmadığını kabul etmekle birlikte yine de eşcinsel olmaktan rahatsızlık duyabilecekleri, bu doğrultuda heteroseksüel olmak için dönüşüm terapilerine başvurabilecekleri" yönünde olmuştur. Görünürde bireyin cinsel yönelimini nasıl deneyimlediğine ve yönelimi üzerindeki tasarrufuna büyük önem veren bu argüman bireylerin "dönüşme" kararını vermelerinde etkili olan bütün toplumsal algı, önyargı, dışlayıcı tutum ve davranışları göz ardı eder. Böylece bireyin düşünce dünyası heteronormatif toplum düzeninin kodlarından bağımsız işleyebilir ve verdiği karar bütünüyle içten olabilirmiş gibi bir varsayıma sığınılır.

Dönüşüm terapileri tarihinde lobotomi gibi doğrudan zarar verici uygulamalara rastlanır. Bir diğer prosedür olan caydırıcı koşullandırma tedavisinde kişiye önce mide bulandırıcı bir ilaç verilip ardından eşcinsel erotik içerik sunularak eşcinsel eylemlerden kaçınmaya yönelik koşullanması sağlanmaya çalışılır. Bunların haricinde sürdürülen konuşma terapileri de kişinin eşcinsel yönelimlerini “sebeplerine inerek” dönüştürmeyi amaçlar, bu terapilerde eşcinsellik tedavi edilmesi gereken bir hastalık ve bir çeşit sapkınlık olarak incelendiğinden özellikle tedaviden düşen ve hayatını eşcinsel olarak sürdüren kişilerin benlik algısında ve özsevgisinde büyük yıpratıcı etki gösterir.

Yukarıda saydığımız zararlı uygulamalarla dönüşüm terapileri bireylerde ancak davranış düzeyinde değişikliklere, veya hayatlarının geri kalanında toplumsal baskıdan kaçınmak için cinsel yönelimlerin aksini beyan etmelerine yol açar. Yönelim düzeyinde değişiklik gerçekleşmemiş olduğundan dönüşüm terapileri yalnızca maruz kalan bireyin ruhsal uyuşmazlık yaşamasıyla ve “terapi” adı verilen bir uygulamadan zarar görerek çıkmasıyla sonuçlanır.

Dönüşüm terapileri, toplumsal ölçekte de eşcinselliğin bir hastalık olduğu algısının ve eşcinsellere karşı önyargıların kuvvetlenmesine sebep olur. Dönüşüm terapisinin temelini oluşturan “eşcinselliğin bir hastalık olduğu” kabulünün gerçekdışı olduğu göz önünde bulundurulursa, girişilen dönüştürme eyleminin de bir tedavi veya terapi değil, ancak bir insan hakları ihlali ve LGBTİ+ bireyleri görünmez kılma çabası olduğu söylenebilir. Dönüşüm terapileri ilkel ve bilimdışı uygulamalardır. Toplumsal duyarlılığa sahip ve insanlığın bilimsel birikimini rehber edinen her ruh sağlığı çalışanının bu uygulamanın karşısında durması gerekir.

Bireysel ve toplumsal ölçekteki zararlarından dolayı dönüşüm terapileri günümüzde birçok ülkede yasaklanmıştır. Ülkemizde ise dönüşüm terapilerine dair herhangi bir yaptırım henüz bulunmamaktadır. 




Yazar: Tarık Cin


 
 
 

Comments


bottom of page